İBN TEYMİYYE VE MECÂZ

İBN TEYMİYYE VE MECÂZ


ISTILÂH VE TAKSÎMÂTLARIN KULLANIMI

Istılâh ve taksîmâtlarda asıl olan câiz olmasıdır. Bunun mânâsı şudur: Istılâh ve taksîmâtların kullanılması aslen câizdir. Naslarda bulunması veya birebir uyum sağlaması şart değildir.

Bununla berâber ıstılâh ve taksîmâtların kullanılmasının câiz olması mutlak değildir. Bilâkis belirli kayıtlarla sınırlıdır. Bunların en önemlisi şu iki kayıttır:

Birinci Kayıt: Istılâh veya taksîmin şeriate muhâlif bir şey içermemesidir. Yâni ıstılâhın muhtevâ ve mânâda şeriatin gereklerine uyumlu olmasıdır.

Şöyle ki; şeriate muhâlif olmaması şartı ile şeriate muvâfık olması şartı arasında fark vardır. Istılâh ve taksîmâtların şeriate muvâfık olması değil, muhâlif olmaması şarttır. Çünkü şeriate muvâfık olması şartı, insanın sadece şeriatte (naslarda) var olan şeyleri kabul etmesini gerektirir. Şeriate muhâlif olmaması şartında ise böyle değildir. İctihâdî meselelerin tamâmında şeriate muhâlif olmama şartı vardır. Tevkîfî meselelerin tamâmında şerîate muvâfakat şartı vardır.

İkinci Kayıt: Lafzın uygun ve doğru olmasıdır. Istılâh veya taksîmde bâzen mânâ doğru olup lafız uygun olmayabilir.

Meselâ şerîatin kabuk ve çekirdek şeklinde taksîm edilmesi gibi. Bu taksîm mânâ yönünden doğrudur. Bunu söyleyen kişi şeriatin meselelerinin küçük ve büyüğe ayrılmasını kasteder. Lâkin küçük meseleleri kabuk olarak ifâde etmek uygun değildir. Çünkü kabuk lafzı fazlalık ve gereksizlik sezdirir. Şeriatte ise fazla ve gereksiz olan bir şey yoktur.

Bu kâideye binâen ıstılâh ve taksîmâtları kullanmak aslen câizdir.

HAKÎKAT VE MECÂZ TAKSÎMİ

Kelâmın hakîkat ve mecâza taksîm edilmesi, âlimlerin usûlü fıkıh, tefsîr, akâid vs. kitaplarında çok kullanılan meşhûr taksîmlerden biridir. Bu taksîme iki açıdan bakıyoruz:

Birincisi: Mücerred bir ıstılâh olması açısından

İkincisi: Belirli bir mânâ ile ıstılâh olması açısından

Birinci açıdan bakacak olursak şöyle denir: Kelâmın hakîkat ve mecâza taksîm edilmesi aslen câizdir. Eğer doğru bir mânâ zikredilirse kabûl edilmesi mümkündür.

İkinci açıya gelirsek, biz bu ıstılâha ona yüklenen mânâya göre hükmediyoruz. Doğru bir mânâ zikredilirse kabul edilir, yanlış bir mânâ zikredilirse reddedilir.

Muâsırlardan ve öncekilerden bâzıları İbn Teymiyye'nin kelâmın hakîkat ve mecâza taksîm edilmesini inkâr ettiğini nakletmiştir.

Bu doğru değildir. Zîrâ İbn Teymiyye kelâmın hakîkat ve mecâza taksîm edilmesinin aslını inkâr etmiyor. Ancak bu taksîm için zikredilen belirli bir mânâyı inkâr ediyor.

Eğer İbn Teymiyye'nin sözlerine bakarsak birçok yerde mecâz lafzını kullandığını, birçok yerde de mecâzı inkâr ettiğini görürüz. Bu sebeple insanlar onun bu konudaki görüşünü açıklamada zorlanmışlardır:

Bâzıları İbn Teymiyye'nin taksîmin aslını inkâr ettiğini söylemiştir. İbn Teymiyye'nin bâzı muhâlifleri bu görüşü istismâr edip, sanki İbn Teymiyye inkâr edilmesi mümkün olmayan bir hakikati inkâr ediyormuş gibi onu kötü göstermişlerdir.

Bâzıları da İbn Teymiyye'nin ömrünün başlarında mecâzı inkâr ettiğini, daha sonra bu görüşünden döndüğünü söylemiştir.

Bâzıları da İbn Teymiyye'nin bu meselede zorlandığını ve bir türlü meseleyi açığa kavuşturamadığını söylemiştir.

Hakikatte ise İbn Teymiyye böyle değildir. O sadece durumların arasında fark olduğunu söylemektedir. Lafzın delâlet ettiği mânâların birden fazla olmasını, bir kısım mânâların delâletinin diğer mânâların delâletinden daha açık olmasını ya da bir mânânın diğerlerine göre zihne daha yakın olmasını inkâr etmemektedir. Sadece belirli bir şeyi inkâr etmektedir; o da kelâmın hakîkat ve mecâza kelâmcıların cumhûrunun belirttiği mânâ ile taksîm edilmesidir. Bu mânâ ise şudur: Hakîkat, ilk konulan mânâda kullanılan lafızdır. Mecâz ise, bir karîne sebebiyle ilk konulan mânânın dışında kullanılan lafızdır.

Kelâmcıların belirttiği mânâdaki hakîkat şunları gerektirmektedir:

1- Lafza yüklenen bir aslî mânâ vardır, bir de ikincil mânâ vardır.

2- Lafzın aslî mânâya delâleti karîne olmadan (hakîkat), mecâza delâleti ise karîne ile olur.

İbn Teymiyye'nin, kelâmcıların cumhûrunun belirttiği şekliyle kelâmın hakîkat ve mecâza taksîm edilmesini inkâr etmesi üç temel asla dayanır:

1) İsbâtın İmkânsızlığı: Kelâmcıların takrîri, lafız için önce bir mânânın belirlendiğini, daha sonra bir karîne sebebiyle başka mânâya geçilmiş olmasını gerektirir. Bu ise muvâzaanın varlığını gerektirir. Yâni birtakım insanlar lafız için aslî veya ilk mânâyı belirlemek için bir araya gelmişlerdir. İmkânsızlık bu muvâzaanın isbâtının niteliğindedir. Öyleyse bir araya gelip aslî mânâyı belirleyenler kimlerdir? Ne zaman bir araya gelmişlerdir? Nerede bir araya gelmişlerdir?!

2) Kelâmın Hakîkatiyle Çelişmesi: Kelâmcıların cumhûrunun yaptığı taksîme göre bâzı lafızlar mânâya herhangi bir karîne olmaksızın delâlet eder ve bu hakîkattir. İbn Teymiyye ve başkaları lafzın delâletinin karîne olmaksızın mümkün olmadığını söylemişlerdir. Bu karîne lafzî de olabilir hâlî de olabilir. Tek başına mânâya delâlet eden hiçbir lafız yoktur. Bilâkis başkasıyla terakküp etmesi/bileşmesi kaçınılmazdır. Bu da bâzen lafzî, bazen de hâlî terkip ile olur.

Kelâmı hakîkat ve mecâza -kelâmcılarda olduğu gibi- taksîm eden kişinin izlediği metod doğru değildir. Çünkü bu metod, kelâmın hakîkatiyle bağdaşmaz. Kelâm ancak başkasıyla terakküp ederse bir mânâ ifâde eder. Hakîkat ve mecâz sadece terakküp hâli olan siyâkta tasavvur edilebilir. Terkip ise karînelerden bir karînedir. O halde lafız, karîne olmadan kendisiyle bağlantılı bir mânâya delâlet edemez.

3) Gereksinimlerin Düzensizliği: Kelâmı hakîkat ve mecâza taksîm edenler mecâz için bazı gereksinimler zikretmişlerdir. Bu gereksinimler ise düzensizdir.

Meselâ kelâmcılardan bir çoğu eğer kelâm masdar ile te'kîdli olursa orada mecâzın olmayacağını söylemişlerdir. Bununla berâber onlar masdar ile te'kîdli olan kelâmın bâzısında mecâz olduğunu iddiâ etmişlerdir. Allahu Teâlâ'nın şu sözünde olduğu gibi: 

وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يمًاۚ

"Allah Musa ile gerçekten konuştu." 

Bu âyet masdar (تَكْل۪يمًاۚ) ile te'kîdlidir. Kelâmcıların görüşüne göre burada mecâz olmaması gerekir. Lâkin onlar burada mecâz olduğunu söylerler. 

Yine mecâzın nefyinin câiz olduğunu ve nefyedenin de yalancı olmayacağını söylerler. Lâkin bu, Allahu Teâlâ'nın isim ve sıfatları gibi meselelerde doğru olmaz.

Böylece gereksinimlerin düzensiz olması bu taksîmin doğru olmadığını gösteriyor.

Bu üç asıl, kelâmcıların mecâz anlayışını inkârda İbn Teymiyye'nin en çok îtimâd ettiği asıllardandır.

İbn Teymiyye kelâmcılara onlara kelâmı hakîkat ve mecâza taksîm ettikleri için îtiraz etmemiştir. Kelâmı bu iki kısma hatâlı bir metodla taksîm ettikleri için onlara îtiraz etmiştir. Onlara "kelâm hakkında Kur'ân, sünnet ve Arap lügatinde olmayan bir taksîmde bulunduğunuz için hatâlısınız" dememiş, "hatâlı metodlar üzerine kurulan yanlış bir taksîm ortaya koyduğunuz için hatâlısınız" demiştir.

İbn Teymiyye'nin görüşünü eleştirmek isteyen kişinin bu asılları gözetmesi gerekir. Mecâzı inkâr meselesinde İbn Teymiyye'nin bâzı muhâliflerinin düştüğü bâzı menhecî hatâlar şunlardır:

Birinci: İbn Teymiyye'nin metodunu oluşturan asıllardan habersiz olmaları

İkinci: İbn Teymiyye'nin mecâzı inkâr etmesinin, lafzın mânâlara delâletinde çeşitlilik ve üstünlük olmadığını gerektirdiğini zannetmeleri

Bâzı muâsırlar, İbn Teymiyye'nin hakîkat ve mecâzı reddederken îtimâd ettiği asıllardan birinin şu olduğunu söylemişlerdir: "Seleften mütekaddim imâmlar, sahâbe ve onlardan sonra gelenler indinde böyle bir taksîm yoktur." Bunu İbn Teymiyye'nin asıllarından sanmışlardır.

İsâbetli olan ise şudur: Bu doğru değildir. İbn Teymiyye kelâmcıların görüşünü inkâr etme siyâkında mütekaddim imâmlar indinde böyle bir taksîm olmadığını söylese de, bunun bir asıl olduğunu söylememiştir. Bunu sadece hakikati vasfetmek için zikretmiştir.


Dr. Sultân b. Abdurrahmân el-Umeyrî